Türklerde Hükümdarlık Anlayışı - NovaSofya

Türklerde Hükümdarlık Anlayışı

Hükümdarlık nedir?

Devlet hukuki bakımdan toplumun yönetilmesini sağlayan sosyal bir organizasyondur. Devleti yönetecek olan yönetim mekanizması yönetilenler tarafından meşru olarak kabul edilmesi gerekir. Üç tip hakimiyet vardır. Gelenekçi, karizmatik, kanuni.

Türklerde hükümdarlık anlayışı nasıldı?

Türklerdeki hakimiyet anlayışı karizmatik olarak kabul edilir. Göğün altındaki bütün ülkelerin tek bir hükümdarı olarak görülüyordu. Örnek: Asya Hun İmparatoru’nun ünvanı: “Göktanrı’nın, güneşin, ayın tahta çıkardığı Tanrı kutu Tanhu”. Hsia Hun Devleti Tanhusu He-lien Po Po (5.YY ilk yarısı) “Benim hükümdar olmamı tanrı tarafından kararlaştırıldı”… Göktürklerde de bu anlayış devam eder: “Tanrı’ya benzer, Tanrı’da olmuş Türk bilge kağan”…“Tanrı irade ettiği için, kutum olduğu için kağan oldum…” Uygur hakanlarının ünvanları ve tanımlamaları da böyledir. Tuna ve İtil Bulgarlarında da hükümdar Tanrı tarafından tahta çıkarılmıştır.

Kutadgu Bilig’de: “Kutun tabiatı hizmet, şiarı adalettir…Fazilet ve kısmet kuttan doğar… Beyliğe (Hükümdarlığıa) yol ondan geçer…Her şey kutun eli altındadır, bütün istekler onun vasıtasıyla gerçekleşir… Tanrısaldır… Dünyada tam bir iktidar kuşağı bağladı, kurt ile kuzu bir arada yaşadı… Bey bu makama sen kendi gücün ve isteğin ile gelmedin onu sana tanrı verdi… Hükümdarlar iktidarı tanrıdan alırlar…” Oğuz kağan destanı: Kuttan feragat etmek, devletten siyasi istiklalden vazgeçmek manasına gelir.

Bozkır kültürü ile İslam’ın etkileşimi Selçuklu İmparatorluğu ile tamamlanmıştır. Çünkü Selçuklu Devleti Müslüman ülkelerin ortasında kurulmuş ve siyasi, sosyal, ekonomik ve dini meselelere, Türk ve yerli Müslüman halkın ihtiyaçları tatminine yönelik eğilmişlerdir. Bu yüzden söz konusu kaynaşma Selçuklular döneminde olmuştur.

İslamiyetin kabulü ile Türklerde hakimiyet anlayışlarında dönüşüm yaşanmıştır. Eski Türklerdeki hükümdarın hükmetme hakkının Tanrı tarafından verildiği şeklindeki kut anlayışı bu dönemde İslami bir anlayış kazanmıştır. Nitekim kut anlayışı; bu dönemle birlikte Allah’ın nasibi, takdiri anlamında kullanılmaya başlanmıştır. (Örnek: Allah’ın yer yüzündeki gölgesi.)

Eski Türklerde hükümdar devletin lideriydi ve devleti töreye uygun olarak yönetirdi. İslamiyetin kabulü ile hükümdar töre ile birlikte şeriate de uygun olarak ülkeyi yönetmesi gerekirdi. Zira İslam şeriatine aykırı karar veren, adaletten sapan, zülüm yapan bir hükümdara itaat edilmemesi bir çok İslam alimi tarafından dile getirilmiştir. Eski Türkler hükümdarın kut’a sahip olduğuna inanırlardı. Kut; hükümdar olabilmek için Tanrı tarafından verilen idare kabiliyeti ve yetkisi olarak tanımlanabilir. Nitekim İslamiyetin kabulü ile bu kavramın yorumlanmasında bir dönüşüm yaşanmıştır. Zira Türkler İslamiyet ile çatışmayan devlet geleneklerini İslam’a uygun olarak yorumlayıp devam ettirmişlerdir. Buna uygun olarak kut Allah’ın nasibi ve takdiri olarak yorumlanmıştır. İslam’ın kabülü ile dönüşüm yaşayan diğer bir yapı Kurultay’dır. Kurultay yönetimle ilgili askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel meselelerin görüşülüp karara bağlandığı merciidir. En önemli özelliği ise yasama ve kontrol organı olmasıdır. Ancak Türk-İslam devletlerinde eskisi kadar önem verilmemiştir. Zira divanlar Kurultay’ın yerini almıştır. Divan daha çok Eski Türklerdeki Kurultay ile hükümetin birleşimidir. Nitekim istişare için küçük divanlar kurulurken, yasama ve hükümet işlerinin yapılması için de Büyük Divan kurulmuştur. Nitekim bu kuruluş Kurultay’da olduğu gibi hükümdarın emirlerini görüşüp karara bağlardı.

Hükümdarın Meşruiyeti: Türk Cihan Hakimiyeti

Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her tarafı Türk iradesi altına almak imkanlarının aranması ve zorlanmasıdır. Osmanlılar da dahil pek çok Türk devletinde bu anlayış mevcuttur.

Oğuz Kağan destanıda Oğuzhan toyda hükümdar ilan edildikten sonra “Güneş bayrağımız gökyüzü otağımızdır… Daha çok denizlere daha çok ırmaklara doğru…”, “…Ben Uygur hakanıyım, yeryüzünün dört tarafına hakan olmam gereklidir. Sizden itaat bekliyorum yoksa üzerinize ordu sevk ederim.”

Rüyasında bir altın yay, üç gümüş ok. Yay güneşin doğduğu yerden battığu yere kadar uzanmaktadır. Rüyayı yorumlayan Uluğ Türk “Göktanrı dünyayı sana bağışladı” demiştir. Bozkurtun öncülüğünde dünyayı fethe çıkan Oğuz Kağan ölürken Göktanrıya borcumu ödedim diyerek ülkeyi oğullarına bırakır. Oğuzun altı oğlunun adları da bu hakimiyet anlayışını belirtir. Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz. Sadece dünya değil kâinatı sembolize etmiştir.

Hükümdarın kut sahibi olduğu gibi diğer devletlerde gözüken dini siyasi lider birleşimi Türklerde yoktur. Türklerde liderlik karizmatik siyasi lider olarak görülür. Halk liderin normal bir insan olduğunun farkındadır.

Göktürk yazıtlarında “halk tok olmalı, memur ve işçilere aç mısın, tok musun diye sormalı… Elini açık tut… Bir hükümdar kuldan fakir adını kaldıramazsa nasıl hükümdar olur? Der. Kutadgu biligde de halkın hükümdardan istedikleri, iktisadı istikrar, adil kanun ve asayiştir, bunlar sıralandıktan sonra ey hükümdar sen önce bunları yerine getir, sonra kendi hakkını isteyebilirsin der. Bey iyi kanun yap, kanuna kendin riayet et ki halk da sana itaat etsin. Bey kudretli ol, halkı kudretli kıl bunun için onun karnını doyurmak lazımdır. Eğer hükümdar bunları yapamazsa kutu tanrı tarafından geri alındığı düşüncesi ile iktidardan düşürülebilirdi. Göktürklerde genç hükümdar İnel Kağan’a karşı yapılan 716 ihtilali bu gerekçeye dayandırılıyor. Hakanlıkta da daime töre hükümleri göz önünde tutulur. 581’de ölen Göktürk hakanı Tapo yerine onun vasiyet ettiği Talopien’in hakanlığı töreye uymadığı için devlet meclisi reddetmiştir. Hunlarda da hükümdar icraatından önce istişare etmek, meclisten tasvib ve karar almak zorundadır. Oğuzlarda başbuğlar törenin gerektirdiği vazifeleri yapmakla yükümlüdür. Karizmatik liderliğin temelinde kanuni meşruiyetler vardır. Hükümdar kanun koyan olacağı gibi kanuna uyan kişi de olacaktır. Bunun kontrolü de meclisler ile yapılıyordu.

Hükümdarın Ünvanları

Hükümdarlar çeşitli ünvanlar taşımıştır. Tanhu veya Şanyu 5.yy ortalarına kadar. Kağan, kan (han,kral), Yabgu (cabgu), İdi (Bahaddin Ögel’e göre İdi efendi, kutsal bir bilgelik) kut, il-teber, erkin (kül erkin, ulug erkin) vb. En yaygın olanı kağandır. Karahanlılarda; Kağan yerine Arslan Han, Yagbu yerine Satuk Han unvanı kullanılmış; ayrıca Gaznelilerde ve Selçuklularda halifenin taktığı birçok unvan bulunmaktadır. Ancak Gaznelilerden itibaren “Sultan” unvanı yaygın olarak kullanılmıştır.

Türk İslam Devletleri’nde Hükümdar Unvan ve Lakapları

Sultan Mahmud 999 yılında Horasan’ı fethedince, hutbeyi o zamana kadar Sâmânî Devleti tarafından tanınmayan Abbâsî halifesi Kâdir Billâh adına okutmuş ve bunu Abbâsî halifesine bildirmek için elçiler göndermiştir. Abbâsî halifesi bu durumdan memnun kalarak Mahmud’a hil’at, taç ve bayrakla birlikte menşûr, ahd ve livâ göndererek Yemînü’d-Devle ve Emînü’l-Mille lakabını verdi.

Selçuklu Sultanları, Tuğrul Bey’den başlamak üzere çeşitli unvan ve lakaplar kullanmışlardır. Halife 1055 yılında Bağdat’a gelen Tuğrul Bey’in faaliyetlerinden memnun kaldı ve onun adına büyük bir merasim tertipledi ve bu görüşme esnasında Tuğrul Bey’i el-Melikü’l-Meşrık ve’l-Mağrib ilan ederek kendisine Ebû Tâlib künyesiyle Rüknü’d-Dünya ve’d-Dîn lakabını ve Yemînü Emîru’l-Mü’minî, Kasîmü Emîrü’l-Mü’minîn ünvanlarını verdi. Böylece halife İslâm aleminin dünyevî hâkimiyetini kendi rızasıyla Tuğrul Bey’e terk etmiş oluyordu.

Bunlardan başka Tuğrul Bey Melikü’l-İslâm ve’l-Müslimîn, Şehinşâhu’l-Muazzam, Gıyâsu’l-Müslimîn, Sultanu Bilâdillâh, Muğîsü İbâdillâh lakaplarını almıştır.

Alp Arslan’ın 1064 yılında Selçuklu tahtına oturması üzerine Abbâsi halifesi Kâim Biemrillâh tarafından bir elçilik heyeti ile kutlanan Sultan’a halife tarafından Şehinşâhü’lAzam, Melikü’l-Arap ve’l-Acem lakapları verildi. Bizans’a bağlı olan Bagrad ve Grigor gibi Bizanslı generaller tarafından korunan ve kaynaklarda ‘asla fethedilemez’şeklinde nitelenen, surlarıyla meşhur ‘Ani’şehrinin 1064 yılında fethedilmesi İslâm dünyasında çok olumlu yankılara neden oldu. Bu başarıyı bir beyannâme ile kutlayan halife, Alp Arslan’a Ebû’l-Feth ünvanını verdi. Bunlardan başka Alp Arslan Ebû’ş-Şuca künyesinin yanında Adudu’d-Devle, Burhanu Emîri’l-Müminîn lakaplarını; Melikşah ise Ebû’l-Feth, Müizzü’d-Dîn, Celâlü’d-Dünya ve’d-Dîn lakaplarını almıştır. Ayrıca Tuğrul Bey’in vefatından sonra Alp Arslan’ın hükümdar olmasında büyük gayretlerinden dolayı vezirlik makamına getirilen Hasan b. Ali b. İshak et-Tûsî’ye ise Abbâsî Halifesi Kâim Biemrillâh tarafından Nizâmü’lMülk ve Kıvâmü’d-Devle ve’d-Dîn lakapları verilmiştir.

Hükümdarın Vazifeleri

Savaş gücü ile devleti kurma ve düzene koyma, Türk kağanlarının en önemli vazifelerindendir. Devletin kuruluşu, asayişi, düzenin sağlanması silah gücüne bağlıdır.

Yeni ele geçirilen bölgelere kondurma, yerleştirme ve iskan politikaları yapmak hükümdarın temel görevi arasındadır. Yeni bir ülkeyi almak çok bir anlam ifade etmiyor, o bölgeye iskan yapılmalıdır. Bu yüzden Türk ordularının peşinden ailelerde gitmektedir. Orta asyanın Doğu bölgeleri verimsiz, çorak ve ıssız olduğu için Batı önemli bir yayılım bölgesi olarak görülmektedir.

Step İklimi

Bu iskanın bir usul ve kaidesi de vardır. Bir Türk boyuna bir il verilirdi. Boylarda kendi sınırları içerisinde yaşarlar. Bu sınırların korunması ve kontrolü bu boya aittir. Bazen yeni ele geçirilen yurtlar başarı göstermiş yiğitlerle komutanlara verilirdi. Dede korkut kitabında yiğitlere kalaba ülke verdi dendiği gibi. Tabiki yiğide verilen toprak onun boyuna verilmektedir. Halkın sürekli hareket etmesi istenmeyen bir durumdu. Ancak bir toprak kaybedilmişse toprağın çok kıymeti yoktu, il gider töre kalır sözü buradan gelmektedir.

Törenin düzenlenmesi ve yürütülmesi, hükümdarın vazifesi arasındadır. Töre daha çok devletin kuruluş düzeni ve işleyişi anlamına gelmektedir. Uygurlar döneminde de töre direkt olarak kanun anlamındadır. Töre aynı zamanda bir görenek ve yordamdır. Töresini kaybetmiş bir millet yok olmuş ve ortadan kalkmış bir milletti.

“Yukarıdan gök basmasa

Aşağıda yağız yer delinmese

Türk milleti, ilini töreni kim bozardı.”

Uygurların kuruluşuna bakarsak zaman içerisinde büyük bir nüfus ve Türk devleti içerisinde önemli görevler yapmış olan bir halktı. Uygur kağanının dayandığı soylu bir boy, bu boyu destekleyen bir çok kabile birlikleri vardır. İrkinlik, İl teberlik ve yabguluk kurmuşlardı. Uygurlar Turfan bölgesine yerleşince hükümdarlarına kağan yerine han demeye başlamışlardı. Savaşcılık kabiliyetleri yerine ticaret, ilim ve sanat faaliyetleri gelişiyordu. Bir dönem kağanlara çince wang’ın yani prensin karşılığı ilig denmeye başlandı. Uygur iligleri artık imparatordan ziyade bir reis ve baş konumundadırlar. Daha sonra tanrı tarafından gönderilmiş talih ve kutsallık anlamına gelen idikut denmeye başlandı. Uygur hükümdarlarının yaşadığı Turfan şehrine de idikut şehri deniyordu.

Eski Türk devletlerinde olduğu gibi Türk-İslam devletlerinde de hükümdar hem toplumun lideri hem de devletin başıydı. Bu konumuyla sultan “hükümet”, “saray”, “adalet” ile “ordu” teşkilatlarının da lideriydi. Sultan devletin iç ve dış politikasını saptar; orduya komutanlık eder; elçiler gönderip, elçiler kabul eder, devlet memurlarını atar, en büyük yargıç konumuyla Mezalim Divanı’na(yüksek mahkeme) başkanlık eder; yayınladığı ferman, yazılı ve sözlü emirlerle kanunları oluştururdu. Ayrıca Sultanlar belirli günlerde önemli yöneticileri ve komutanları kabul eder, halkın şikayetlerini dinlerdi (Şahin, 1999: 71). Ancak yine de sultanların yetkisi sınırsız değildi. İslam öncesi dönemde yetkilerini töreye uygun bir şekilde kullanması gerekirken İslamiyetin kabulü ile Sultan yetkilerini Allah’ın rızasına uygun kullanması gerekmiştir. Çünkü İslam şeriatine aykırı emirler veren, adaletten sapan, zulüm yapan sultana itaat edilmemesi gerekliliği birçok İslam alimi tarafından dile getirilmişti.

Türklerde Hükümdarın Özellikleri?

Bilgelik, Alplik Türk kağanının başlıca özelliğidir. Bilgelik özenilen bir özelliktir. Çinliler Mete han’a “Hsien wangi” bilge prens diyorlardı. Göktürk devletinde Bilge Kağan’da bu özellikten dolayı bu ismi almaktadır. Bilgelik iyi ve büyük Türk kağanları için müşterek bir unvan olarak kullanılmıştır.

Hükümdarda erdemli olma özelliği aranıyordu. Erdem de bir tanrı yolu ve hükümdara tanrı tarafından verilmiş iyi bir özelliktir. Göktürklerin sonuna doğru kağanlarda akıllı ve filozof olma şartı da ortaya çıkmıştı. Böyle hükümdarlara Bögü Kağan ünvanı veriyorlardı. Ayrıca hükümdarların ünvanları arasında ünlü, şanlı anlamına gelen “külüg” deyimi de veriliyordu. Kü eski Türkçede ün, şan, şöhret anlamındadır.

Bir yanıt yazın